insan gücü yerine robotlar
Gökhan Avcıoğlu 1990 yılından bu yana mimari projelerini Global Architectural Development (GAD)adı altında sürdürüyor. Mimarlık ve Yerleştirme Kültürünü Geliştirme Araştırma Değerleme Eğitim Vakfı’nm da kumcusu olan Gökhan Avcıoğlu, İstanbul merkezli ofisini New York, Bodrum ve Kiev’deki çalışma ofisleriyle uluslararası bir zemine taşıyor.
PELİN özgen
1990 yılından beri Global Architectural Development (GAD) ismi ile çalışmalarını sürdüren Gökhan Avcıoğlu, İstanbul merkezli ofisini New York, Bodrum ve Kiev’deki çalışma ofisleriyle uluslararası bir zemine taşıyor. Mimari projeler, araştırmalar, tasarımlar ve mimari dizayn konusunda kendi alanında öncü gruplardan biri olan GAD, günümüz mimarisinin ve şehirciliğin medya, kültür, teknolojik inovasyonlar ve tüketici alışkanlıkları tarafından belirlendiğini, bu faktörlerin yapısal çevreyi farklı ölçeklerde nasıl etkilendiğini inceleyen bir profil sergiliyor.
2013 yılında Mimarlık ve Yerleştirme Kültürünü Geliştirme Araştırma Değerleme Eğitim Vakfı’nı (GADEV) da kuran Gökhan Avcıoğlu’na projelerini, ofisinin yapısını ve vakfı sorduk.
Neden şirket isminiz Global Architecture Development?
Amerikalı bir yatırımcı arkadaşım "Gökhan Avcıoğlu tamam ama senin aynı zamanda GA’dan hariç her durumu ve yönelimi ifade eden bir genel kuruluş adın olmalı” dedi. Birlikte geliştirdik bu ismi. Ben de sevdim, benimsedim. Mimar, imar eden demek özünde. Bugüne kadar GAD adı altında çeşitli ortaklık biçimleri, limited, anonim şirket oluşumu içinde olduk ve de şimdi artık vakıf da var. Bütün geçirdiğimiz oluşumlar vakfın bünyesinde onun birer aktivitesi olarak yer alacak zamanla. Vakıf, mimarlık alanına yakışıyor, en azından bizim faaliyetlerimizde.
GAD olarak günümüz mimarisinin ve şehirciliğinin medya, kültür, teknolojik inovasyonlar ile tüketici alışkanlıkları tarafından belirlendiğini ve bu faktörlerin yapısal çevreyi farklı ölçeklerde nasıl etkilediğini inceliyorsunuz. Bunu söylem haline getirme nedeninizi anlatır mısınız?
Bizler, insanlar için bina tasarımı üzerinden bunların çevrelediği dünyayı mekanlaştırıyoruz. Birkaç temel ilkemiz var. Bunlardan ilki yeni tariflemeye başladığımız ‘super localite’ kavramı. Hem global hem de süper lokal. Yani lokal olduğu oranda tüm dünyaya ait oluyor. Olabildiğince bağlı bulunduğu coğrafi önceliklere dikkaüi, gerçekten o yere ait geliştirilmiş... Geçici hevesler ve yola çıkışların ötesinde kalıcı bir çevre nasıl oluşturabiliriz? Mimarlık cebimizdeki parayla yapılsa bile sonuçta milli servet. Türkiye gibi hızla ilerleyen ülkelerde kendi ayağına kurşun sıkan iç dinamikler ve bunları da yönetmekte ciddi aksaklıklar, problemler yaratan, kimin yazdığını, neye dayanarak yazdığını bilmediğimiz yönetmelikler var. İstanbul’da ortalama 8 yılda bir bina kullanıcıları yer değiştiriyor. 15 milyonluk İstanbul gibi bir mega kentte sürekli göçe ilave bir de bu iç dinamik söz konusu. Doğduğu yerde büyüyen ve yaşlanan insan sayısı inanılmaz derecede az. Öte yandan yerel yönetim kararları, imar kanunları durumun öneminden çok, basmakalıp, içi çoktan boşalmış ya da mimariyi, bina kural ve tarifleri içi kurutulmuş kafası karışık bir Türkçeyle yazılmış bir yönetmelik silsilesi ile yönetme halinde. Yerel yönetimler bazen bilmeden bazen de bile bile bu tuzaklarla dolu, nereye çekersen o tarafa gider tariflerle durumu kendi kontrolünde tutmaya meyilli. Kentin gerçek sahibi kim? Yerel yönetimler mi yoksa yaşayanlar mı?
Bütün bu hengame içinde yaptığımız her projeyle ve sonunda ortaya çıkan her binayla bir mesajımız olmalı. Binalar bir araya geldiğinde de o kent dediğimiz büyülü kompozisyon oluşmalı, bizi içine çekmeli ve bunun bir parçası olma arzusu yaratmalı. Bu nedenle önceliğimiz geçmiş tecrübelere daha dikkatli bakıp, geleceğe yönelik ama şu anda gerçekçi bir filtreyle bizim için en doğru olanı inşa etmek. Bunun için bir yazılım geliştirdik.
Bir proje bina olana kadar hangi süreçlerden, onay mekanizmalarından ve karar aşamalarından geçiyor, nerede takılıyor, bunları nasıl aşıyoruz? GAD Adas, bizim 25 yılda geliştirdiğimiz 250 projenin serüvenini anlatıyor. Gelecek araştırmalar için bu kitapta elden geldiğince hepsini anlatmaya çalıştık.
Nedenini bilmiyorum ama proje olarak bize hep beklentileri yüksek, ağır vakalar gelir. Ya arazi zordur ya da zorlu bir program vardır. Proje tek bir niyetten çok birden fazla amaç için hazırlanır. Belirlenen niyet ve şartlarda yapılıp yapılamayacağına, yapılırsa na-
sıl olması gerektiğine, proje ya da öne çıkan birkaç öneri üzerinden karar veriyoruz. Bütün girdileri ve şartları anlamak için geniş bir bakış açısına, teknik donanıma ihtiyacımız var. Düşüncelerimizi aktarmaya bazen mevcut programlar bile yetmiyor... Daha iyisini, daha işimize yarayanı istiyoruz. Hatta bırakın tasarım aşamasını, inşai uygulamada da insan gücü yerine robotlar istiyoruz. Daha az hata, daha az kaza olsun diye... inşaat teknolojisi proje üretiminden de geri. Fakat nedense tasarım ile inşa etme arasında inanılmaz bir kâr, pastadaki pay uçurumu var, bu nedenle tasarlayamayanlar ya da tasarlama için kafa patlatmaktan imtina edenler, kurnazlar inşa ediyor, tasarlayanlar akıllılar ama naifler, kurnazları kontrol edemiyorlar; nasılsa naifler vur kafasına al lokmayı. Bina ekonomisini başkasına taahhüt işler yaparken kurnazlık üzerinden öğrenmiş bir çevre geliştirici, hatta bunun çevre bakanı olmuş halinin bile olmuşluğu var... Bu toprakların nedeni anlaşılmaz davranış bozukluklarından biri...
GAD’ın gelişen dijital, fiziksel mo-delleme ve yenilikçi bir yaklaşımla projeleri üretmesini nasıl sağlıyorsunuz; yenilikleri takip etme yöntemlerinizi öğrenebilir miyiz?
Bütün bu yöntemler ne işimize ya-
rıyor diyelim; sonunda bir bina olacak bir arzunun çok yönlü filtreden geçmesi lazım. Bir arzu, talep, ihtiyaç her neyse bir bina olana kadar dahil olan, onaylayan, inşa eden herkesin kafası karışık. 20. yüzyıl her şeyi karıştırıp, kirli aşırı yoğun bir dünyayı bu yüzyıla, ellerimize bıraktı. Ne ucuz ne pahalı, ne kalıcı ne geçici, ne doğru ne yanlış, ne güzel ne çirkin; yeni listeler yapıp ilerlemek gerekiyor. 8 bin 500 yıllık mimarlık tarihinde önümüzde yeterince iyi ya da kötü örnek var. Bana zaten bu farkım nedeniyle, mimari yetkilerim kadar etkilerim için de geliniyor. Dijital yazılımlarla bütün bu bulguları ve tecrübeleri çapraz filtreler halinde düzenlemek ileri aşamalarda mükemmel bir arşiv ve başvuru kaynağı oluşturuyor. Gelelim dijitalin bir diğer faydasına: Mesela ben ‘elle gelen düğün bayram’ döneminin çocuğuyum. Her şeyin elle üretildiği bir döneminin TanzanyalI çıplak ayak koşucusuyum ama şimdi GAD’m yeni nesilleri araba yarışçısı, jet pilotu... Bir çoğu 3D prin-ter kullanıyor, bazıları bu aletleri söküp takabilecek yeteneğe sahip. Hatta vakıf için yeni gelir kapısı olarak kendimiz 3D printer üretebilir miyiz diye bakıyoruz.
Dijital ve fiziksel modellemeleri proje üretiminizde nasıl rol alıyor?
Daha kapsamlı bir şekilde herhangi bir tasarımı nasıl oluşturacağımıza yarıyor. Karmaşık bir binanın her noktasını elime aldığım plastik kabloları eriterek meydana gelmiş bir maket üzerinde görebiliyorum. Bu da bugüne kadar binaların hiç kullanılmayan alanlarını yeni amaçlar için kullanabilmeme öncülük ediyor. Özellikle çatılar; onları daha yeşil ve daha sosyal alanlar için
kullanabiliyorum.
New York, Bodrum, Dubai ve Paris’te de ofisleri bulunan GAD’ın merkez ofisi İstanbul’da. Farklı ülkeler ve ikonlaşmış kentlerde mimari üretim süreçleriniz farklılık gösteriyor mu?
Kimi adresler bizim için ilişki merkezi iken kimisi küçük de olsa bir ofis ortamında bina üretimi yaptığımız adresler. Projeler ya da bir adresteki yeni oluşumlar bizi sürüklüyor. Avru-pa-Asya merkezli bir kültürün çocuğu olarak yeni dünyada neler olduğunu, o kültürü anlamak üzere merkezimizi yaklaşık 15 yıl önce New York’a taşıdık. Küçük ve orta ölçekli arazi geliştirme uygulamaları dahil bir seri çalışmadan sonra daha tecrübeli olarak merkezin yeniden İstanbul olduğu bir duruma geçtik. Her coğrafya, her kültür, mimariyi, yaşam kültürünü farklı algılıyor ve ısmarlama biçimleri ile mimardan, mimariden beklentileri farklı oluyor. Bu da bize iyiyi, kötüyü, doğruyu sürekli ayırt etmek için tartışmasız bir bilgi, tecrübe birikimini beraberinde getiriyor. Biz nasıl farklı ülkede proje yapıyorsak, aynı şekilde yabancı mimarların da Türkiye’de proje yapmasına olumlu bakıyorum. Sadece tanınmış bir mimari grup olsa da buradaki projelerinde üçüncü hatta dördüncü sınıf takım oluşturarak proje geliştiriyorlar.
Gördüğüm o ki davet edenler tarafından iyi yönlendirilmiyor ve dersini çalışmamış işler talep ediliyor olsa gerek. Ve nihayetinde ne onları davet edenler ne de bu gruplar iyi bir tecrübeyle ayrılmıyorlar. Genelde folklorik, derme çatma, kulaktan dolma konseptler, laleler, sümbüller vesaire önerilerle çocukça işler çıkıyor ortaya. Peki İstanbul’un hak ettiği bu mu? Burası üçüncü dünya ülkesi değil. Bu arkadaşların ataları bugünkü Batı modern mimarlığının ilkelerini oluştururken Anadolu’da var olan binaları feyz aldılar.
American Institute of Architects (AIA) ve Royal Institute of British Architects (RIBA) üyesisiniz. New York’ta bir ofisiniz var, peki Londra’da gelecek için bir planınız var mı?
Bana sorarsanız her yerde var. Zengin, fakir her ülke, her şehir.
Özel konut projelerinden şehir planlamalarına kadar farklı ölçeklerdeki ve konumlardaki mimari projelere imza atıyorsunuz. Kültür merkezleri gibi kamusal projeleriyle tanınan GAD, aynı zamanda ofis ve otel projeleri gibi özel projeler de gerçekleştiriyor. Bu anlamda yapıda uzmanlaşma konusunda ne düşünüyorsunuz?
Çok uzmanlaşmadan yana değilim açıkçası. Elbette edinilen tecrübe önemli ama uzmanlaşınca tipolojileri radikal anlamda değiştirebilme özgürlüğü kısıtlanabilir. Hâlâ bizim bile kalem oynatmak istediğimiz yeni modeller, konular var. Biz bile daha önce yapmadıysak ısmarlayın tarafında tereddütle karşılaşıyoruz ya da tersi aynı konuda birbiri ardına talep geliyor. Mesela balık pazarı yaptık ya çok da ses getirdi. Dünyanın her yerinden balık pazarı talebi geldi. Yapmakta çekince gösterdiğimiz konular da var. Kendimizi de kırmaya çalışıyoruz. Çünkü önemli olan konudan ziyade ısmarlayan kişi, kuruluş ya da kurum. Tam bir vücut olununca harika işler çıkıyor.
Ulusal ve uluslararası önemli ödül-
lere sahipsiniz. Ödül endüstrisi mimarlık dünyasında çokça tartışılan bir konu. Siz ödüllere, bu mekanizmalara nasıl bakıyor ve değerlendiriyorsunuz?
Ödüllerin bir çoğu projenin yapıldığı yer görülmeden, sadece açıklamalara ve fotoğraflara bakılarak yapılıyor. Binalar çıplak gözle görülmeden, içine girilip dördüncü boyutu yaşanmadan değerlendiriliyor. Üstelik mimari fotoğrafçılık diye bir meslek erbabı oluştu. Fotoğraf üzerinden binaya ait olmayan çoğunluğunda insansız, insan sevmeyen bina fetişisti bir meslek erbabı.
Ben de çeşitli jürilerde bulundum ve bulunmaya devam ediyorum. Bu sene Architecture Review magazine için kadın mimarlar ve birkaç ay sonra da "Geleceğin Genç Mimarları” jürisinde olacağım mesela. Ayrıca GAD Foundation için bu sene iki ya da üç ödül konusuna öncülük yapmak istiyoruz. Birisi Monsieur Kamondo adına. Biliyorsunuz Kamondo, İstanbul’da önemli binalara ve gelişimine imza atmış ilk sivil girişimci. Bu ödülü onun adına gerçekleştirmek istiyoruz.
Projeleriniz arasında sizin için özel olan var mı? Yani bu proje benim için farklıdır diye düşündüğünüz oluyor mu?
Bütün projeler birbirinden farklı yönler ve durumlar içeriyor. Hepsinde
faıklı emek ve zaman var. Sosyal projeler özellikle az örneklerin olduğu bölgelerde daha fazla ilgi isteyenler halinde... 20. yüzyılda yetişmiş bir mimar olarak elbette modern Türkiye’yle geliştim. 1999 Marmara depremi ve sonrası yeni 2000’ler benim kırılma, değişme noktalarım. Çağdaş mimariyi kuzey yaklaşımı ve güney yaklaşımı diye ikiye ayırıyoruz. Ben nerede inşa edersem edeyim, güneyliyim; daha yumuşak ve lokalize etmeye daha duyarlıyım. Exploded House, Esma Sultan bunların ilk anlamlı işaretleriydi. One&Ortaköy de çok yönlü vurgusuyla önemli bir basamaktır.
Güncel projeleriniz arasında neler var?
Aynı anda değişik ölçekler ve farklı konularda çalışmak hoşumuza gidiyor. Sosyal projelerin de bizim için ayrı bir değeri var. İstanbul kadar Bodrum bizim en çok kalem oynattığımız bölgelerden biri. Çoklu konut, ofis projelerinin yanında çevre düzenleme ve master planing ölçeğinde genişliği 6 km olan projeler de var. Tekli binalar kadar şehir üstüne düşünmek de ilgimizi çekiyor.
Neden bir vakıf kurmak istediniz?
Özünde biriktirdiklerimi paylaşmak için. Kolay birikmiyor, kolay birikmen yenler daha kolay paylaşılıyor. Çivi çiviyi söküyor yani. GAD Vakfı, balık vermekten çok balık tutma metotlarını paylaşmak üzerine kurulu. Başta dediğim gibi birçok kuruluş modeli denedikten sonra bu meslek için alma verme dengesi en kuvvetli olanı vakıf hali... Paylaşmak istediğimiz yazılmış tıpkı basımı ya da yeniden ele alınması gereken harika kitaplar var ve bizim-de üzerinde çalıştığımız, yaydığımız kitaplar var enteresan formüller, yaklaşımlar içeriyorlar. Vakıf ayrıca Alpaslan Ataman gibi mimarlık tarihimizin önemli araştırmacılarına teori ve doğrudan proje grafikleri konusunda ortam oluşturuyor.